JÖLELİ KEDİ
  anne
 

anne

[b]Kuran’da Anne Baba Hakkı

“Rabbin, Ondan başkasına kulluk etmememizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.”(İsra Suresi,17)

 

İnsan, anne ve babasına karşı "öf" bile demeyecek kadar saygılı ve hürmetkar bir üslup içerisinde olmalıdır. Alabildiğine alçakgönüllü, anlayışlı ve onlara daima güzel söz söylemelidir. Onlar kendisini yetiştirip büyütürken nasıl emek verdilerse, yaşlılığa eriştiklerinde de, kendisi onlara karşı aynı sabırlı ve şefkati gösterebilmelidir. Sevgi, Allah'ın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biridir. Her insan hayatı boyunca çok sevdiği, güvendiği, yakın hissettiği kişilerle birlikte olmak ister. Çünkü Allah insan fıtratını, sevmekten ve sevilmekten zevk alacak, dostluktan ve yakınlıktan hoşlanacak şekilde yaratmıştır.

 

Allah, dünyadaki sevgilerin en yücesi olan evlat sevgisini, anne-babaya vermiştir. Bu sevginin hiçbir menfaati ve kuralı yoktur. Bu koşulsuz saf sevgi zaman, zaman bazı evlatlar tarafından fark edilmeyebiliyor. Bu sevgi zengin - fakir ayrımı olmaksızın, her anne - baba için geçerlidir.

 

Rekabetin çok olduğu günümüzde, bir takım kuralların dejenere olduğu gibi, aile kavramları da yavaş, yavaş menfaatler ilişkisine dönüşmeye başlamaktadır. Önceleri evlatlarımızın kendilerine öz güvenleri olması düşüncesiyle, onlara her konuda söz hakkı tanındı. Bu söz hakkı zaman, zaman saygı sınırlarının aşılması durumunda, aile içinde huzursuzluğa sebebiyet vermektedir. Daha sonra bazı gençlerin, özgürlük sandıkları yalnız yaşama istekleri doğdu. Sonuç olarak aile üyeleri arasında bazen istenmeyen kopuklukların oluşmasına neden olmuştur.

 

Kuran ahlakı tam olarak benimsendiği taktirde, gençler her nerede yaşarlarsa yaşasınlar, böyle durumların oluşması mümkün değildir. Allah bir Kuran ayetiyle bizleri, anne babaya saygı konusunda uyarmaktadır.
[/i][/b]

anne
En değerli armağan sevgidir.Ana sevgisi bütün sevgilerin kaynağıdır.
 Annenize sevginizi veriniz.

Bebeğimi görebilirmiyim?" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi. Mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağını açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!

Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu ortaya çıktı. Arada yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Birgün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırarak ağlıyordu...

Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlaması devam ederken annesine: "bugün okulda arkadaşlarım bana ucube dedi..."

Küçük çocuk bu kadersizliği ile büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi, eğer insanların arasına karışabilmiş biri olsaydı. Annesi, her zaman ona "insanların arasına karışmalısın!" diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu hakkında görüştü; "Hiçbirşey yapılamaz mı?" diye sordu. Doktor "eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi. Böylece genç biri için kulaklarını feda edebilecek biri aranmaya başlandı. iki yıl geçti bir gün babası "hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.

Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojiside düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.

Yıllar geçmişti, birgün babasına gidip sordu: "Bilmek zorundayım, bana bu kadar büyük bir iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbirşey yapamadım..."

"Birşey yapabileceğini sanmıyorum..." dedi babası, "fakat anlaşma kesin, şu an öğrenemezsin, henüz değil..."

Bu derin sır yıllar boyu gizlendi. Ancak birgün açığa çıkma zamanı geldi...
Hayatının en karanlık günlerinden birinde annesinin vefat haberini aldı ve hemen onun yanına koştu. Annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşca annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını elleriyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu. "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası...

"Ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi dimi?"
Annelerimize Değer Verelim 



 

Devri Nebevî'de bir sabah, bir sahabi Resulü Ekrem Efendimizin huzuruna varıp:

— Ya Resûlallah! Annem ihtiyarladı... Ben onun ekmeğini kendi elimle hazırlayıp yediriyorum. Abdestini kendim aldırıyor, namaz kılması için seccadesinin üzerine sırtımda götürüyorum. Hatta her istediği yere sırtımda götürüyorum, hiçbir yere yürümeye takati kalmadı. Acaba evlâtlık hakkını yerine getirebildim mi? diye sordu.

Sevgili Peygamberimiz, ona: .

— Sen analık hakkının yüzde birini bile ödemiş değilsin, buyurdu. Sahabi hayret etmişti... «Niçin ey Allah'ın Resulü!» diye sormaktan kendini alamadı...

Serveri Kâinat Efendimiz, şöyle anlattılar:

— Annen seni karnında taşıdıktan sonra, bir de sen büyüsün diye elinden gelen hizmeti eksiksiz yapıyordu. Nitekim, senin altını temizleyerek, sırtını yıkayarak, her türlü meşakkata katlanarak seni büyüttü. Yani sen büyüsün diye sana bakıyordu. Sense annenin ölmesini bekleyerek ona hizmet ediyorsun... Böylece hakkını tam ödemiş sayılmazsın!.. Lâkin bu kadar hizmet etmekle de büyük mükâfat kazanırsın, buyurdular.




Annecigim;
Adinin önüne yakisacak kelime bulamadim. Bütün güzel kelimeleri kullansam da seni ifade etmeye yetmez, biliyorum. Sen benim annemsin. Dupduru imaninla, sicacik duygularinla tohumlarimi filizlendiren topragimsin. Ömür agacim senin topraginda meyveye durdu; duali nefesin ve çileli gözyaslarinla olgunlasti. Dualarinla örülen merdivenlerle asabildim hayatin yokuslarini, korkunç uçurumlarini.

Senin gözyaslarin gül tomurcuklarina benzer. Seherin en sakin kösesinde herkes uyurken dökülür duaya kalkmis yumusak avuçlarina. Gözlerinden dökülen billur katreler, benim hayatimda çiçeklenir birer birer. Karanliklarim dualarinla aydinlanir. Ümidim odur ki; yollarimin çamuru, kirlerim, hatalarim, dualarinla arinir. Sen ki; gönül ayagim kaymaya meylettiginde kilometrelerce öteden bunu hissedersin. Çünkü senin gönlün hakiki muhabbete açiktir. Sefkat pinarlarini yollarimdan çekersen ne olur hâlim?!..

Annecigim;
Seni nasil özledigimi; karsiliksiz, katiksiz sevgine nasil ihtiyacim oldugunu bir bilsen! Âh çocuklugum! Avuçlarimin arasindan su gibi akip giden çocuklugum... Binlerce yitigimin arasinda en paha biçilmez olan, yitip giden çocuklugum...

Ve sen annecigim... Yemeyip yediren, giymeyip giydiren.. benim için saçini süpürge edenim, kokusu güzelim, çilelim...

Bazen çocuklugumu ve seni hatirlarim. Böyle zamanlarda içim bir tuhaf olur. Hem tazelenirim, hem insan olmanin agirligi altinda ezilirim. Ne kadar güzeldi senli günlerim! Kaygisiz, tasasiz... Sen de, çocuklugum da ne kadar uzaktasiniz!

Yillar geçse, ben büyüsem de, her uyandigimda uyanik olurdun. Günes sen uyandiktan sonra dogardi dâima. Dua ve niyazla ‘Hos geldin!’ derdin yeni güne. Gündüzlere anahtar olan duani bitirince, usulca parmaklarinin ucuna basarak basucuma gelirdin. Beni uyandirmamak için kapiyi bile kapatmazdin. Menekse kokulu nefesinde tuttugun ilâhî güzellikleri yavas yavas üzerime üfürürdün. Nefesin dertlerime derman olurdu. ‘Bahtin gündüzler kadar ak, imanin pinarlar kadar duru olsun, ilim ve hilm basina tâc, edep ve haya ömrüne ilâç olsun!’ diye dua ederdin. Sonra, sicacik bir bûse kondururdun yanagima. Sanki her bûsende âb-i hayat gizliydi ve onunla yesilligi korunurdu yanagimdaki bahçenin.



Annecigim;
Sen güldügün zaman, yüzündeki bütün çizgiler tebessüm ederdi. Sen sefkat ve sevginle, hayatina hiçbir sahteligin girmesine izin vermemistin.

Mektep-medrese görmemistin ama, her söyledigin, her endisen gerçeklesirdi. Yaradan hislerine nasil bir güç vermisti ki, bunun karsisinda saskina dönerdim. Senin küçük dünyanin merkezinde evin, seccaden ve tesbihin vardi. Ben bu dünyada ne ekmegin tükendigini gördüm, ne de sevginin.

Çetin geçen yillar pembe yüzüne nurdan bir çerçeve çizmistir. Bize yanik sesinle söyledigin ilâhiler, ahenkli Rumeli türküleri hâlâ gönül kubbemde yankilanir durur. Is yaparken söyledigin Rumeli türkülerinde, ‘Kirmizi gülün ali var’ derdin. Çocuk aklimla sorardim: ‘Kirmiziyla al ayni degil mi?’ Sen de, ‘gül var gülden içerü’ derdin. Küçük aklimla bir sey anlamadan, ‘Hani su söyledigin Süleyman ilâhisi gibi degil mi?’ derdim. Basini hafifçe eger, tasdik ederdin.

Sabri beline bir kusak gibi dolamis benim cefakâr anam. Senin ninnilerin ve masallarinla büyüdük. Sevinç ve elemlerin iç içe geçtigi dagdagali, firtinali bu dünya hayatina senin rehberliginle hazirlandik; bunu simdi daha iyi anliyorum. Inan ki benim nur anam, ruhumu kavrayan sesine ne kadar hasretim! Simdi burada olsan, buz tutmus hayatimi sicacik bakislarinla ve dualarinla eritsen! Kalabaliklardan, kem bakislardan o kadar incindim ki!

Agla! Benim için ve bütün çocuklar için agla! Çünkü, aglarsan sen aglarsin, gerisi yalan aglar. Saçlarinin beyaza döndügü su demde beni buralarda birakip dönüsü olmayan seferlere çikma ne olur! Gül yüzündeki isigin serinligiyle, gögsündeki sefkat pinarlariyla, uykulara küsmüs gözlerinle seherlere bizden selâm söyle!

‘Anne yüregi’ Yaradan’in hediyesidir sana, anne!



KIZMA ANNEEEEEE….
Sana bu seslenisim yillarin izine inat,çektigim aciya inat...
Alisamadim Anne....
Sen gittiginden beri.Boynu bükük kaldik,
Ugurladigimiz güne.Yine gözyaslariyla yaklastik.Bak gideli bir sene oldu
Çiçeklerin hala canli,Resimlerin bize gülümsüyor,Zaman unutturamadi bize seni anne.
Beni affet,Yeni evine gelemiyorum,
Geldigim zaman dönemiyorum,Küçük bir çocuk gibi
Seni birakmak istemiyorum.Gücenme bana
Bu unutmak degil Sensizlik içimi sizlatiyor anne.
Düslerime geliyorsun bazen,Her geldiginde.Sefkatle öpüyorsun,
Sana muhtaçligimi anlayip.Simsicak kollarinla sariyorsun,
Sarmazsan üsüyorum anne.Seni güzelliklerle hatirliyoruz,
Haberlerini ulu çinarlarin,esintisinden aliyoruz.
Özlemini Seni anlatarak, seni yasayarak unutuyoruz.
Hiç gitmemis, bir gün dönecek gibi.Yüregimizin köseciklerinde.Ve bembeyaz bulutlarin üzerinde
Seni yasatiyoruz.
Kizma bize anne.Bugün yine agliyoruz,Isyan degil,Allah'tan bu biliyoruz,
Yarin sana geliyoruz,Dualarimizi sana birakip.Yanindan ayrilacagiz
Ayrilirken yine aglayacagiz,Çünkü biz hala çocuguz anne,
Çünkü sana muhtaciz anne.
Kizma anne,kizma....



Annem’e”

Sana kalbim diyemem… mantigi ötelersin de duygularda bogulursun diye… sana beynim de diyemem… duyguyu ötelersin de mantikta bogulursun diye… sana ellerim… dillerim… gözlerim de diyemem… her bir uzvum digerine muhtaç oldugundan bir yanin hep eksik kalir diye… ey benim fitratinda letafeti barindiran güzel annem…

Bütün uzuvlarimda dolasan ancak kanimsin diyebilirim sana gülistanin gül-ü ra’nasi annem… çünkü sen beynimin girdaplarinda mantigi olusturan sebebimsin… kanimsin… çünkü sen ellerimden… dillerimden… gözlerimden… hayata tutundugum yegane sebebimsin… çünkü sen annemsin… en çok da kalbimde kalp olma… canimda can olma… canan olma sebebimsin…

Sana ben dünyanin bütün güzel güllerini… bütün pesendide renklerden derleyip… yedi iklim dört bucak diyarlardan topladigim için… ve topragin o itir kokusuyla yaratilisima bahane oldugun için sevdim seni annem…

Ömrümün ilki ya da elest yurdunun sürgünü olan ben… seninle gonca gül… seninle koklanmamis rayiha… seninle dokunulmamis beden… ve seninle sen olan ben… dokuz ay on gün boyunca bedeninde… ruhunda… ve bütün uzuvlarin iklimlerinden bikmadan… usanmadan… mevsimlerden derlenerek Allah’in emaneti olarak beni tasidigin için… her zerrende ve her zerreyi benimle en özge caninda paylastigin için… sevdim seni annem… hele bir de elest yurdundan sürülmüslügüm… ya da ana rahmine düsmüslügüm ile özdestigin için sevdim seni annem…

Adn’dan Firdevs’e kadar bütün cennetler senin ayaklarinin altinda iken… dogumumda çektigin onca izdiraplardan günahlarin dökülmüsken… kutsalligini bütün güzel güllerden ve bütün güzel renklerden raksetmisken… sana derledigim çiçekleri resmetmem… ve “masivanin en güzel sultanina” demem yeterli olur mu sence annem?...

Bütün yumusak huylu seslerden geçerken en güzellerini seçip de her birinden birer sözcük yapip… ve bu sözcükleri biriktirerek sana dünyanin en güzel tümcesini kurmak isterdim annem… lakin bunun dahi yeterli olmadigini… o tümceleri ayaklarina serpistirip oradan cennet kapilarini aralamak isterdim seninle ey benim güzel annem…

Ey benim göçebe yurdumun gonca gülü… ey benim yaylalara saçilmis dirahsan bakisli sultan soylu annem… ey benim özene bezene yetistirip de yedi erkekli dört kizli çiftlik sahibesi annem… ey benim sebzelerine… çiçeklerine… meyvelerine… çiftliginin kusuna kurduna kiyamayan annem…
O kutsal ellerini öpmeye gelsem beni kabul buyurur musun?…

Kutsalimsin desem… canimsin desem… özene bezene derledigim en özge kelimelerimsin desem… desem demek ne kelime… kutsalimsin… canimsin… kelimelerimsin… her zerremde tasidigim kanimsin annem…  
 


Anne Babaya Saygı

Anne ve babaya itaat etmek farzdır. Onlara isyan etmek ve kırmak ise haramdır. Bu konuda Allahu Tealâ Celle Celaluhu Kur'anı Kerim'de: "Rabbin kesin olarak şunları ferman buyurdu: Ondan başkasına ibadet etmeyin. Anaya ve babaya iyilik edin. Şayet onlardan biri yahut her ikisi senin yanında yaşlanırsa sakın onlara "üf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de güzel ve yumuşak söz söyle. Onlara acıyarak üzerlerine tevazu kanatlarını indir ve de ki:
"Ey Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara rahmet buyur!"(1) buyurarak bize anne ve baba hakkının önemini bildirmektedir.

Bir adam Kâbe'yi tavaf esnasında yaşlı annesini sırtına alıp onu tavaf ettiriyordu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek sordu:
Ya Resulallah! Acaba anamın hakkını ödeyebildim mi?"
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Selem:
Hayır! Seni karnında taşırken çektiği bir sancının, seni doğururken duyduğu tek bir acının karşılığını bile ödemiş değilsin"(2) diye cevap verdiler.

Anne ve babasına itaat eden kimseye şu müjdeler vardır:
"Bir kimse anne ve babasını kendisinden razı ederek sabahlarsa, onun için Cennetten iki kapı açılır. Akşamlarsa yine iki kapı açılır. Eğer yalnız annesini yahut yalnız babasını razı ederse o zaman bir kapı açılır. Kim de anne ve babasını kızdırarak sabaha kavuşursa onun cehennemden iki kapı açılır. Akşamlarsa (aynı şekilde) yine iki kapı açılır. Eğer yalnız birini öfkelendirmişse sadece bir kapı açılır. Ana babası haksız dahi olsalar, onların gönüllerini kırmamak karşılarında öf bile dememek lazımdır."(3)

Kim anne ve babasına itaat ederse, iyilik ve ikramda bulunursa, kendi evladı da ona itaat eder. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Siz babalarınıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler!"(4) 




ANNE BABAYA ASİ OLANLAR CENNET KOKUSU ALAMAZ
Anne ve babasına asi olanlar, ne kadar iyiliklerde bulunurlarsa bulunsunlar, cennete girmeleri çok zor olur. Diğer taraftan onlara iyilikte bulunanlar ne kadar kötü amelde bulunurlarsa bulunsunlar, itikadı bir bozukluk içinde değilseler, eğer varsa cehennemdeki cezasını kolay geçer, cennete gider. Bu konuda bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan rahatça alınır. Fakat anne ve babaya asi olanlar ve akraba ile bağı koparanlar bu kokudan mahrum olurlar. Hadisi şerifte buyuruluyor ki:
"Cennetin kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur. Ancak onun kokusunu anne ve babaya asi gelen ile akraba bağını koparan alamaz!"(5)
Hazreti Musa Aleyhisselam bir gün Allahu Tealâ'ya münacat ederek şöyle niyazda bulundu:
–Ya Rabbi! Acaba benim cennette arkadaşım kimdir? Allah–u Tealâ Celle Celaluhu:
–Ey Musa! Falan beldeye git, orada bir kasap vardır. İşte senin cennette ki arkadaşın odur, diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam o beldeye geldi ve tarif edilen kasabın dükkânını buldu. Orada oturup bir müddet kasabın hareketlerini seyretti.
Akşam olunca kasap heybesine bir parça et koyup, dükkânını kapayarak evinin yolunu tuttu. Hazreti Musa Aleyhisselam kasabın yanına yaklaşarak:
–Beni misafirliğe kabul eder misiniz? diye sordu.
Kasap da tebessüm ederek:
–Buyurun, diyerek Musa Aleyhisselam'i evine davet etti.
Eve varınca kasap getirdiği eti kendi eliyle pişirerek çorba yaptı. Sonra evin tavanına asılı olan büyük bir heybeyi aşağıya indirdi ve içinden gayet yaşlı bir kadını çıkardı. Kendi eliyle onu doyurdu, üzerindeki elbiselerini alıp yıkadı ve kuruttuktan sonra onu giydirdi. Sonra tekrar annesini heybeye koyup yerine astı. Tam o sırada kadının dudaklarının kıpırdadığını gördü. Musa Aleyhisselam:
–Bu kadın kimdir? diye sordu.
Kasap da:
–Annemdir, diyerek cevap verdi.
Musa Aleyhisselam:
–Sen onu heybeye koyarken dudakları kıpırdıyordu. Sanki bir şeyler söylüyordu. Acaba ne diyordu?
–O, devamlı olarak şu sözü söyler: "Ya Rabbi! Oğlumu cennete Musa'ya arkadaş yap" işte bu söylediği söz onun duasıdır.
Bunun üzerine Hazreti Musa Aleyhisselam:
–Sana müjdeler olsun! Ben Musa'yım. Sen de benim cennetteki arkadaşımsın, dedi.
Bir kimse annesinin ayağını öperse, cennetin eşiğini öpmüş gibidir. Bu konuda Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır:
"Kim annesinin ayağını öperse, tıpkı cennetin eşiğini öpmüş gibi olur"(6)
Ashab–ı Kiram'dan Alkame adında bir zat vardır. Bu zat bir gün çok ağır hasta oldu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Bilal Radıyallahu Anhum hazretlerini onu görmeye gönderdiler. Onlar Alkâme'nin yanına vardıklarında bir de ne görsünler: Alkame'nin dili tutulmuş, bir türlü kelime–i şehadet getiremiyor.
Hemen gelerek durumu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattılar. Sahabeler, Alkame'nin durumunu gözden geçirdiklerinde onda bir kusur bulamadılar Daha sonra hanımı yüzünden annesiyle arasının iyi olmadığını öğrendiler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Alkame'nin annesine haber gönderdi. Kadın Peygamber Efendimiz'in huzuruna gelince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına:
–Oğlun ile dargın mısın?" diye sordu.
Kadın:
–Dargınım ya Resulullah)!" diye cevap verdi.
Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
–Oğlun çok zahmet çekiyor. Oğlundan razı olmasan bile ona hakkını helal et" dedi.
Kadın:
–Oğlum karısını bana tercih etti. Ben oğlumdan razı olamam, dedi.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadına ne tavsiye ettiyse kabul etmedi. Nihayet Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
–Nefsim yed–i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen ona öfkeli ve dargın bulunduğun sürece ne namazı ne de zekatı fayda vermez.
Daha sonra sahabelere Alkame'yi yakmak için ateş toplamalarını emretti. Bunun üzerine kadıncağız feryad edip;
–Bırakın oğlumu! Allah'ı şahit tutuyorum ki, ben oğlumu bağışladım, ondan razı oldum, ona hakkımı helal ettim, dedi.
Bunun üzerine Alkame'nin dili açıldı ve kolayca kelime–i şehadet getirerek vefat etti.
Bu hadiseden sonra Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Ey Muhacirler ve Ensar topluluğu! Kim hanımını annesine tercih ederse, Allah'ın laneti üzerine olsun. Allah–u Teala o kimsenin ne farz ne de nafile ibadetini kabul etmez."(7)

ÖZETLE ANNE VE BABA HAKKINDA DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN HUSUSLAR ŞUNLARDIR
* Allah–u Teala Celle Celaluhu isyanı ve günahı gerektiren hususlar dışında emrettikleri her konuda anneye ve babaya itaat etmek.
* Anne ve babaya nezaketle ve saygı dolu bir dille hitab etmek.
* İçeri girdikleri zaman hemen toparlanıp ayağa kalkmak.
* Sabah akşam uygun zamanlarda ellerini öpmek.
* Anne ve babanın kişiliklerini, şeref ve itibarını korumak.
* Kendi arzuladığımız şeylerden onlara da ikram edip sunmak.
* Anne ve babaya sık sık dua edip, bağışlanmalarını Allah–u Teala'dan dilemek.
* Bütün dünyevi iş ve amellerinde onların fikirlerine danışmak.
* Anne ve babanın yanında misafir bulunuyorsa kapıya yakın oturup onların verecekleri emirleri yerine getirmede acele etmek.
* Onları sevindirecek işlerde bulunmak ve memnun kalacakları işleri yapmak.
* Karşılarında yüksek sesle konuşmamak.
* Konuşurlarken onları dinleyip, sözlerini kesmemek.
* İzin vermedikleri takdirde evden çıkmamak.
* Uyudukları zaman onları rahatsız etmemeye dikkat etmek.
* Eşi ve çocuklarını onlara tercih etmemek ve her konuda onlara öncelik tanımak.
* Beğenilmeyecek bir iş yaptıkları takdirde onları kınamamak.
* Gülmeyi gerektiren önemli bir etken olmadıkça onların karşısında kahkaha ile gülmemek.
* Sofrada onlardan önce yemeğe başlamamak.
* Anne ve baba huzurunda ayakları uzatmamak, derli toplu oturmak.
* Onların önünden yürümemek, onlardan önce bir eve veya işyerine girmemek.
* Çağırdıkları zaman edeple "Buyur" deyip, hemen yanlarına gitmek.
* Anne ve baba hayatta iken de, vefat ettikten sonra da onların dostlarına saygılı olmak.
* Anne ve babasına kötülük eden kimselerle arkadaşlık yapmamak.
* Onlar için sık sık, özellikle vefatlarından sonra dua etmek. Çünkü Salih evladın ölen anne ve babasına yaptığı dualar kabul olur.
Onlara şu şekilde dua edilmesi güzel olur:
"Ey Rabbim! Anne babam beni küçükken nasıl terbiye ettiler, besleyip büyüttülerse, sen de onlara merhamet et, geniş rahmetine kavuştur!"


 

Ebû’l-Haseni’l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır:
‘İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ’ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ’ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

‘Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi.
‘Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
‘Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç:
‘Ben Allah Teâlâ’ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona:
”Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi.



Annemin yalnızca bir gözü vardı. Ondan nefret ederdim; Çünkü bu durum beni utandırıyordu.

Ailemizi geçindirmek için okulda aşçılık yapardı.

İlkokulda iken bir gün annem bana merhaba demeye gelmişti.

Yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi?


Onu görmezden geldim. Ona nefretle baktım ve oradan kaçtım.

Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım dedi k;Eeee, senin annenin yalnızca bir gözü var!;

Yerin dibine girmek istedim. Ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden o gün onunla karşılaşınca dedim ki, Beni gülünç duruma düşüreceğine ölsen daha iyi!!!;

Annem karşılık vermedi.

Dediklerim hakkında bir saniye bile durup düşünmedim çünkü çok kızmıştım.

Onun duyguları beni ilgilendirmiyordu.

Onu evde istemiyordum..

Çok çalıştım ve Singapurr'a okumaya gittim.

Sonra evlendim. Kendi evimi aldım. Çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum.

Bir gün annem beni ziyarete gelmişti. Kaç yıldır beni görmemiş ve torunlarını tanımamıştı.

Kapıya gelince çocuklarım ona güldüler.

Ona;Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin!

HEMEN BURADAN GİT!
diye bağırdım.

Buna, annem sessizce, Kusura bakmayın. Yanlış adrese geldim galiba; dedi ve gözden kayboldu.

Bir gün mezunlar toplantısı için okuldan bir mektup aldım.

Karıma iş seyahatine gidiyorum diye bahane uydurdum.

Mezunlar toplantısından sonra sırf meraktan eski eve gittim!!!.

Komşularım, annemin öldüğünü söylediler.

Hiç üzülmemiştim.

Bana verilsin diye annemin bıraktığı bir mektup verdiler.

En sevgili oğlum, her zaman seni düşünüyorum

Singapurr'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzgünüm.

Mezunlar gününe geleceksin diye çok sevinmiştim.

Ama seni görmek için yataktan kalkabilir miyim bilemiyorum.

Sen büyürken sürekli bir utanç kaynağı olduğum için üzgünüm.

Biliyor musun sen çok küçükken bir kaza geçirmiştim ve gözünü kaybetmiştin.

Anne olarak senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım.

Bu yüzden sana kendi gözümü verdim

O gözle benim yerime görüyor diye seninle o kadar gurur duyuyordum ki.

Bütün sevgimler...

Annen..




Annem Cennetim Benim

Bu hafta derslerime çok güzel çalıştım ve anneme yardım ettim. Annem de ödül olarak, Cumartesi günü bizim apartmandaki arkadaşım Recepler'e oyun oynamaya gitmeme izin verdi. Gittiğimde evde Recep, dedesi ve 1.5 yaşındaki kardeşi Mustafa vardı. Recep'in annesinin o gün önemli bir işi çıkmış. Annesi Recep'ten kardeşine bakmasını istemiş. Eğer kardeşine güzelce bakarsa, annesi ona istediği oyuncak arabayı alacakmış. Başlangıçta bana çok kârlı bir alışveriş gibi gelmişti. Fakat, çok geçmeden bir bebeğe bakmanın hiç de kolay olmadığını gördüm. Çünkü, Recep'in kardeşi ya acıkıp huysuzlaşıyor, ya ağlıyor ya da altını ıslatıyordu.
Recep kardeşine sadece üç saat bakacaktı. Sonunda da istediği ödülü alacaktı. Ona rağmen oflaya puflaya yapıyordu. Recep'in dedesi kapıdan bizim şikayetlerimizi dinlemiş olacak ki, “Anneleriniz de siz bebekken size böyle bakıyordu. Hâlâ da sizin işlerinizi yapıyorlar ama hiç şikayet ettiklerini duymadım. Siz daha üç saat dayanamadınız!” dedi. Gerçekten haklıydı. Annem bana o kadar zamandır nasıl sabrediyordu? Hem de yüzünü hiç asmadan ve şikayet etmeden.. Recep'in dedesi, çok merhametli, çok şefkatli ve fedakar oldukları için Cennet'in annelerin ayakları altında olduğunu söyledi. Bir de anneler çocuklarına haklarını helal etmezse, çocukların Cennet'e gidemeyeceğini öğreten bir olay anlattı:

Peygamber Efendimiz zamanında bir tane genç varmış, ölmek üzereymiş ama bir türlü kelime-i şehadet getiremiyormuş, sanki dili tutulmuş. “La....La....” deyip kalıyormuş. Gencin arkadaşları onun şehadet getiremeden, imansız olarak ölmesinden korkuyorlarmış. Birden akıllarına Peygamber Efendimiz gelmiş ve O'nu çağırmışlar. Peygamberimiz gence “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah” demesini söylemiş ama gencin yine de dili dönmüyormuş. Herkes çok şaşırmış. Çünkü Peygamber Efendimiz, ağaca, taşa, deveye emredince, onlar bile “Allah” derlermiş ama bu gencin bir türlü dili çözülmüyormuş. Peygamber Efendimiz “Bu gencin hiç kimsesi yok mu?” diye sormuş. Yaşlı bir annesi olduğunu öğrenince onu çağırmalarını istemiş ve anne gelince, Peygamberimiz oğluna hakkını helal edip etmediğini sormuş. Yaşlı teyze oğlundan bahsedilir bahsedilmez ağlamaya başlamış ve oğlunun ona iyi davranmadığını, kendisine hep karşı geldiğini, onu çok üzdüğünü ve bu yüzden ona hakkını helal etmeyeceğini söylemiş. Peygamber Efendimiz de yaşlı teyzeye, eğer oğluna hakkını helal etmezse oğlunun ebediyyen cehennem alevleri içinde yanacağını söylemiş. Teyze bu sefer daha çok ağlamış, “helal ettim.. helal ettim..” diye inlemiş ve işte o an gencin dili çözülmüş, şehadet getirip vefat etmiş. Peygamberimiz de kendisini o gencin kurtulmasına vesile kılan Allah'a hamdetmiş.


Kur'an'da Allah, anne-babaya “öff..” bile dememizi yasaklamış. Ben bunun ne demek olduğunu anlamadım ve Recep'in dedesine “öff bile dememek ne demek?” diye sordum. Anne-babalarına karşı gelen, yaşlanınca onları döven, sokağa atan, derslerine çalışmayan, yalan söyleyen, annelerinin istediklerini yapmayıp onları üzenleri anlattı. Anneleri onlardan birşey isteyince yüzünü asıp, “öff” diye sızlanarak iş yapanları örnek verdi. Şöyle devam etti; “İşte bunların hepsi kötü davranışlardır. Anne-baba insanın en başta hürmet edeceği kimselerdir. Onlara hürmette kusur eden Allah'a karşı gelmiş sayılır, onları üzen er-geç üzülmeye mahkumdur. Yıllarca kendisine bakan, büyüten, para kazanıp getiren anne-babasına karşı vazifesini yerine getirmeyen çocuk, Kainat'ı Yaratan, bize ayağımızı, gözümüzü, ailemizi, arkadaşlarımızı veren Allah'a karşı vazifelerini yapar mı hiç? Allah'ı seven kişi, başta anne-babasını mutlu etmeli, onlara sevgisini göstermelidir ki sonunda Allah da onu sevsin. Anne-babasına zarar veren zaten ülkesine de faydalı olamaz. İşte zarar içinde zarar...”

Peygamber Efendimiz altı yaşındayken, annesi vefat etmiş. Bizim sınıfta da anne-babası kazada ölen bir arkadaşımız var. Onları düşününce aslında elimdeki güzelliklerin kıymetini bilemediğimi, onlar için Allah'a gerektiği gibi teşekkür edemediğimi anladım. O an annemi ne kadar sevdiğimi, özlediğimi farkettim. Eve gider gitmez annemin yanaklarını öpecektim. Birden “Ya annem olmasaydı!” diye düşündüm. Annem yaptıklarının karşılığında benden hiçbir şey istemiyordu. Hep benim iyiliğimi düşünüyor, ileride yalnız başıma kalırsam kendi kendime işlerimi yapabilmemi istiyordu. Önceleri erkekler ev işi yapmaz diye anneme karşı çıkıyordum, ama bundan sonra bulaşıkları yıkamaya bile yardım edeceğim, yeter ki annem bana hakkını helal etsin ve benim yüzümden o teyze gibi ağlamasın.

O akşam eve dönüp dediklerimi yaptım ve sonra annemden izin alıp odama kitap okumaya gittim. Okuduğum bir hikayede, çarşıdan elleri poşetlerle dolu olarak dönmekte olan annelerin hepsi, kendi çocuklarının maharetlerini övüp övüp duruyorlar ve çok güzel şeyler yapan çocuklardan bahsediyorlardı. Çocukların birisi çok güzel şarkı söylüyormuş, öbürü çok güzel resim yapıyormuş, diğeri elleri üzerinde yürüyormuş. Annelerden bir tanesi ise sessizce dinliyor ama kendi çocuğu hakkında hiçbir şey söylemiyormuş. Ona da sormuşlar “Senin çocuğunun hiçbir mahareti, kabiliyeti ve üstün bir yanı yok mu?” diye. Kadın yine hiçbir şey söyleyememiş. Evlerinin bulunduğu sokağa geldiklerinde, herkesin çocuğu sokakta kendi maharetini sergiliyormuş; kimisi şarkı söylüyor, kimisi resim yapıyor, kimisi de ellerinin üstünde yürüyormuş. Yorgunluktan elleri ve belleri kopan anneler, çocuklarına bakarken, çocukları da onlara uzaktan el sallayıp oyunlarına devam etmişler. Kendisine çocuğunun mahareti sorulan kadının oğlu ise, annesini görür görmez çok sevdiği oyunu bile bırakıp koşarak annesinin yanına gelmiş, “Hoşgeldin anneciğim!” deyip annesinin elinden poşetlerin yarısını almış. O sokakta oturan yaşlı bir amca varmış, ona hangi çocuk daha becerikli, daha iyi diye sormuşlar. Amca da annesine yardım eden çocuğu göstererek, “Şimdi oyunu bırakıp annesine yardım eden, yarın vatanı için de her şeyini feda edebilir. Zaten Peygamber Efendimiz de annelere hizmet etmeyi emretmiş. Bu yüzden, bu çocukların en iyisi ve en beceriklisi annesine yardım etmek için koşan şu çocuktur” demiş.

İşte böyle arkadaşlar; ben bu duygularla yatmaya hazırlanıyordum ki canım anneciğim geliverdi yanıma; bir taraftan, o yumuşacık ve pamukçuk elleriyle saçlarımı sıvazlarken, diğer yandan da bahar güneşi gibi aydın yüzüyle tebessümler saçarak bir öpücük kondurdu yanağıma ve şöyle dedi kulağıma:

Has bahçenin bal arısı

Sevgilerin en durusu

Bir kez istese yavrusu

Yüreğini verir anne...

Ben de atıldım annemin kollarına ve karşılık verdim ona:

İnsan kendi yaşamayınca anlayamıyor,

Bebeğe bir saat bakmak bile zorlardan zor.

Anneciğim, n'olur hakkını helal et bana,

Borcumu ödeyemem canımı versem sana.

Gece karanlığında odamı aydınlatan ve içimi ısıtan melek yüzlü annem kapıyı kapatırken ben de başımı yastığa mutluluk içinde bırakıverdim. Uykuya dalacağım ana kadar da içimden size şunları söylemeyi geçirdim:

Ödenmez asla hakkı annelerin,

Gelin artık kıymetlerini bilin.

“Anne seni çok seviyorum” deyin,

Bundan sonra onları hiç üzmeyin.


ANNE dediğin...(böyle olmalı)

peygamber efendimiz amanınada amr"ın kızı olan meşhur kadın şair hansa çok güzel kahramanlık şiirleri söylerdi.müslüman olduktan sonra"islam,onu üstün bir feragat ve fedakarlık timsali yapmış bir imanda kemale erdirmişti,dört çocuğu kadisiye harbinde şehit olduğu halde,cesaret ve sebatında asla bir sarsılma olmamıştı.şehit anası olmanın verdiği teselli,ona evlat acısını bilee unutturmuştu.hanse hatun kadisiye meydan muhaberesine giderek,çocuklarını şu tarihi sözle coşturmuştu.
benim kahraman evlatlarım.allaha yemin ederimki,ondan başka ibadet edilecek bir mabud yoktur.siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız.ben kocama ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi,kocamda bana ihanet etmemiştir.ikimizde mazisi lekeli insanlar değiliz.kendi isteğimle islamı kabul ettim.ve yine kendi arzumla hicret ettim.sizler işte böyle temiz bir maziye sahipsiniz.sizden gireceğpiniz savaşta,bu asaletinize uygun bir cesaret bekliyorumdin düşmanına ilk hücum eden sizler olmalısınız en önde olmalısınız bu savaş yağmacılık haraketi değildir elleriyle yaptıkları putlara tapan,kız çocuklarını diri diri gömen zalimlere hakkı gösterme vaktidir.bu sözlerden sonra çocuklarını ayrı ayrı kucaklayan hansa ekler ve on özü söyler
YA İSLAMIN ZAFER BAYRAĞINI KADİSİYEDE DALGALANDIRIRSINIZ,YADA DİN UĞRUNA ŞEHİT OLDUĞUNUZU DUYACAĞIM
kadisiye islam bayrağının dalgalanmasına sebep oldu hasta yatağında yatarken oğullarının şehadet heberini alır ilk sözü elhamdülillah olur ben şimdi şehit anasımı oldum ardından islamın zaferi için dört oğlumda feda olsun,diyen hansa hatun ellerini kaldırarak şöyle dua eder
ya rabbi"bana emanet ettiğin dört kahramanı,yine senin dinin uğruna feda etmiş bulunuyorum.artık beni şehit anaları defterine kaydet,benim için şehit anası olmak kafi ikramdır.bunu bana nasip eyle 



ANNE ÇOCUĞUNU ATEŞE ATARMI?


Hz Peygamberin (s.a.v)huzuruna bir grup esir getirilmişti . Bunlar içinde emzikli bir kadın vardı.Göğüsleri şişmiş,süt taşıyordu .Bu sütleri sağıp çocuklara veriyordu.Esirler arasındaki bir çocuk gördü mü onu bağrına basıyor,emziriyordu.onun bu dokunaklı hali herkesin dikkatini çekmişti.Bu kadın esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şevkatle çocuğunu emzirmeye başladı .
Hz Peygamber (s.av) bu yüksek şevkat manzarasını görünce bize şöyle dedi.
-Bu kadın ,çocuğunu ateşe atar mı?
Hayır ,atmamaya gücü yettiği sürece atmaz,dedik.
Hz Peygamber (s a.v) gerken ilgiyi uyandırdıktan sonra ,rabbimizin şevkatle merhametini anlatan şu sözleri söyledi:
Muhakkak ki Allahü teala kullarına bu kadının şevkatinden daha merhametlidir
 
  toplam 33225 ziyaretçi (60198 klik) kişi burdaydı!